Melek Çetinkaya Türkiye’de oğlunun hukuksuz şekilde tutuklanması ve Erdoğan’ın hükümetinin yönetiminin altında olan yargı sisteminin etkisizleştirilmesi sonrası mağduriyetini geniş kitlelere duyurabilmek ve oğlunun ve oğlu gibi tutuklu yüzlerce arkadaşının serbest kalabilmesi adına yaptığı kampanyalar ve barışçıl protestolarla tanınıyor. Çetinkaya’nın oğlu Taha Furkan Çetinkaya Türk Silahlı Kuvvetlerinde Hava Harp Okulu öğrencisi olarak askeri eğitim alan bir öğrenciydi. Ama hayatlarını tamamen değiştirecek ve belki de telafisi çok zor olacak ağır imtihanlarla karşı karşıya kalacaklarını bilmedikleri bir zamanda oğlunun okul takviminde olan askeri eğitim yaz kampına katılması için onu evlerinden uğurlamışlardı. Aynı hafta içerisinde gelişen olaylarla başta Taha’nın olmak üzere ailesinin tamamının hayatının altüst olacağı 15 Temmuz kanlı darbe girişimi gerçekleşmiş ve ülkede her şeyin altüst olması gibi, Furkan ve yüzlerce arkadaşı hayatlarının en güzel baharlarında hazana uğrayacak, çok zor zamanlar yaşayacakları bir döneme gireceklerdi. Devletin istihbaratı ve Türk Silahlı Kuvvetleri yüzlerce askeri öğrenciyi tuzağa çekmiş, kontrollü gerçekleştirilen kanlı darbe girişiminin gerçek gibi görünmesi ve insanların devlete inanması adına hiçbir şeyden haberi olmayan ve emir eri denecek bu çocukları resmen ölüme göndermişlerdi. Öğrenciler İstanbul’da Boğaziçi Köprüsüne götürülmüş ve kanlı bıçaklı insanların kucağına ‘darbe yapmaya kalkıştıkları’ yalanıyla bırakılmışlardı. Çocukların sağduyulu davranması, galeyana gelmiş halka silah doğrultmamaları belki de hayatlarında aldıkları en doğru karardı ve bu kararla orada bulunan azgın kalabalığın daha fazla hiddetlerini üzerlerine çekmekten kurtulmuşlardı.
Herkesin canının ağzına geldiği, insan hayatlarının bir hiç uğruna karartıldığı 15 Temmuz darbe girişimi, milyonlarca insanın hayatını alt üst etmişti ve hala etmekte. Furkan bu mağdur edilenlerden bir tanesi ama onun ve onun gibi olanların hikayesi en iç yakıcı olan. 19 yaşındaki, hiçbir şeyden haberi olmayan ve askeri eğitimde oldukları içinde dış dünyayla irtibatları olmayan bu Türkiye’nin en güzide ve ülkenin geleceği olan öğrenciler Erdoğan’ın gücünü pekiştirebilmek için sahneye koyduğu darbe tiyatrosunda oyuna getirildiler ve hayatları alt üst edildi. 15 Temmuz’un akabinde her türlü işkence ve zorbalığın ortasında kalan bu öğrenciler, tüm hukukun işlevsizleştirilmesi ve sistem dışı kalması sonrası müebbet hapis cezalarına çarptırıldılar ve tüm ülkenin gözünün önünde bu temelsiz iftira ve zanlarla şeytanlaştırıldılar.
Tüm bu yaşanan hukuksuzluklar ve mağduriyetler sonrası devletin ve yargının hiçbir şey yapmaması ve bu çocukları temelsiz ‘darbe yapmaya kalkışma girişimi’ suçuyla ömür boyu hapse mahkûm eden sisteme karşı Melek Çetinkaya oğlunun ve onun gibi olan öğrencilerin bu suçlamalardan kurtulabilmesi ve özgürlüklerine kavuşabilmesi adına harekete geçti. Bizler onu sokaklarda yaptığı tek kişilik eylemler ve göz yaşlarıyla tanıdık. Her gittiği yerde, her görüştüğü kişi ile ‘acaba bir umut olabilir mi’ diye bakışlarındaki o umutla tanıdık. Her türlü ceza ve yıldırma girişimine karşı dik duruşuyla birlikte haklı davası ve savunmasını hiç bırakmaması ile tanıdık.
Politurco olarak biz de kendisine ulaşıp oğlunun yaşadığı mağduriyetler ve kendisinin yürüttüğü hak arama kampanyaları adına kendisi ile röportaj yapmak istediğimizi söylediğimizde bizleri kırmadı ve kendisi ile çok detaylı ve açık yüreklilikle cevaplar verdiği bu röportajı yaptık.
Melek Çetinkaya askeri öğrenciler davasına çok farklı bakıyor. Sadece oğlu için bu hak mücadelelerini yapmadığını konuştuğunuzda anlıyorsunuz. Oğlunun mağduriyeti belki onu çok üzüyor ama o üzüntünün daha fazlasını 15 Temmuz gecesi o köprüde vahşice öldürülen öğrencilerden bahsederken, üç bayan askeri öğrencinin de oğlu ve diğerleri gibi hapiste tutulduklarını söylerken daha fazla hissediyorsunuz. Çok güçlü bir kişilik olan Çetinkaya’nın yaşanan olanca olaylara ve mağduriyetlere rağmen umutsuzluğa kapılmaması, sistemle mücadele etmesi ve birçok kez yalnız kalmasına rağmen inandığı mücadeleden dönmemesi bugün belki çok görülmese bile gelecekte muhakkak çok takdir edilecektir.
Burada tanıtım kısmını sonlandırıp, siz değerli okuyucularımızı bu röportajla baş başa bırakmak istiyorum.
Melek Hanım, Politurco internet habere konuşmayı kabul ettiğiniz için teşekkür ederim öncelikle…
Sizleri sosyal medyada askeri öğrenciyken malum 15 Temmuz kanlı darbe girişimi sonrası tutuklanan askeri okul öğrencisi olan oğlunuz Taha Furkan’ın özgürlüğüne kavuşması adına yaptığınız mitingler ve kampanyalarla tanıyoruz. Bu konuyu konuşmadan önce öncelikle kendinizden bahseder misiniz?
Ben Türkiye’de üç çocuğum ile mütevazi bir hayat yaşayan üç çocuk annesi biriydim. Şu anda tutuklu olan oğlum en büyük çocuğum, bir kızım ve onun küçüğü oğlum var. Ankara’da yaşıyoruz. 15 Temmuz kanlı darbe girişimi öncesi normal bir hayatımız vardı. Sadece çocuklarıyla ve eviyle ilgilenen bir anneydim. Fakat 15 Temmuz gecesi sonrası sokaklarda adalet arayan bir anne oldum. Bunun böyle olması benim isteğimin dışında mevcut hükümetin hukuki olarak adil olmayan uygulamaları yüzünden oldu. Yani beni sokağa devlet çıkardı.
15 Temmuz başarısız darbe girişimi sonrası oğlunuz askeri okulda öğrenci olduğu için tutuklandı. Bu süreç nasıl oldu, bize anlatabilir misiniz?
Oğlum Taha Furkan Çetinkaya o yaz evde yaz tatilini yapmaktaydı. Hava Harp okulunda ilk yılını tamamlamış ve evde yaz tatilindeydi bizimle. 15 Temmuz darbe girişiminden beş gün önce 10 Temmuz’da çocuklarımızı her yıl yapılan rutin 3 haftalık askeri kampa çağırdılar. Bu kamplar çocukların yıllık program takviminde bir yıl öncesinden belirlenen ve takvimde olan programlardan bir tanesiydi. Biz İstanbul Bakırköy’de bulunan Hava Harp Okuluna Taha Furkan’ı 10 Temmuz Pazar günü gönderdik. Pazar günü okullarına giriş yapan çocuklarımız, çarşamba günü Yalova eğitim kampına götürüldüler. Çarşamba gününe sadece çadırlarını kurabilen çocuklar, çantalarını bile daha doğru düzgün yerleştirememişlerdi ki cuma günü yanı 15 Temmuz akşamı darbe oldu.
15 Temmuz sabahında Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Abidin Ünal çocukların kamp yaptığı yere plan dışı ve alışık olanın dışında bir ziyaret yapıyor ve çocuklara konuşma yapıyor. Normalde Hava Kuvvetleri Komutanı Abidin Ünal çocukların kampını her yıl ziyaret eder, ama ansızın değil. Kampların sonunda, planlı şekilde ziyaretini yapar ve çocuklara mıntıka temizliği gibi birçok hazırlıklar yaptırılır ve hazır hale getirilirlerdi bu ziyaretler öncesi. İlk kez bu yıl kampın başında ziyarete geldi. Çocuklarımızın söylediği kadarıyla onlara yaptığı konuşmada ‘askeri eğitimin öneminden’ bahsetmiş. Askerlikte emre itaatin önemini anlatmış ve devamında ‘gerekirse öleceksiniz ve öldüreceksiniz’ demiş. Çocuklar çok şaşırıyor ve bir anlam veremiyorlar. Tabii ki 15 Temmuz akşamından sonra biz bu konuşmayı niye yaptığını anlamış olduk. Çocukların komutanına ‘Bugün çocukları çok yormayın, akşama zaten yorulacaklar’ diyor kamp yerinden ayrılmadan önce. Çocuklar da bunu eğitim kampında oldukları için ‘kamp çok zorlu geçecek’ diye akıllarından geçiriyorlar. Acaba hani ‘akşama nasıl bir eğitim yapacağız ki yorulacağız’ diye düşünüyorlar.
Akşam saat 10’da normalde yatıyorlar. Biliyorsunuz askerde her şey programlı. Yatma, kalkma, yemek, kitap okuma gibi her faaliyetin saati bellidir. Yatma saati yaklaştığında çocuklar üzerlerini değiştirmek ve dişlerini fırçalamak için yatakhanelerine gittiklerinde, acil durum alarmı ile çocuklarımızın çadırlar bölgesinde olması emri veriliyor. Tekrar çocuklarımız üniformalarını giyiyorlar ve alarmda duyurulduğu şekilde tam teşekküllü çadırlar bölgesinde hazır toplanıyorlar. Çocuklar tam hazırlıklı alana toplandıklarında onlara terör saldırısı olduğu, kamp yeri olan Yalova’nın güvenli olmadığı söylenerek, İstanbul Bakırköy’de bulunan Hava Harp Okulu’na geri dönüş yapacağız denerek silahlarıyla birlikte hazır olmaları söyleniyor. Ülkede son bir yılda sık yaşanan terör saldırılarından dolayı çocuklarımız bunu yadırgamıyorlar. Hatta 15 Temmuz öncesi bir havaalanında patlama gerçekleşmişti. Hatta son bir yıldır çocukların okulu Hava Harp Okulunun önünde güvenlik gerekçesi dolayısıyla polis aracı bekliyordu. Hatta Yalova kamp bölgesinde de bir polis aracı güvenlik nedeni ile kamp yerleşkesinde beklemekteydi.
Çocuklarımız gece 12:02’de kamp yerinden çıkış yapıyorlar. Dediğim gibi kapının önünde bekleyen polisler bu çocuklara ‘nereye gidiyorsunuz’ diye durdurup hiçbir şey sormuyorlar. Güya çocukların güvenliği amacı ile orada duruyorlardı. Halbuki bu polislerin ellerinde telefonları her şeyleri var ve darbe kalkışmasını bilmemeleri mümkün değil. Bunun ötesinde Yalova Valiliğinin de darbeden haberinin olmaması mümkün değil ve Yalova Valiliği de hiçbir önlem almıyor. Kaldı ki tüm illerde askeri kışlaların önüne çöp kamyonları dizilirken, bizim Yalova eğitim kampının önüne hiç kimse yönlendirilmiyor. Bizzat çocukların çıkışına bilinçli şekilde izin veriliyor.
Çocuklar yola çıktığında oğlum ‘Osmangazi Köprüsüne gelinceye kadar birçok polis noktasından geçtik, ama hiçbir polis bize ‘nereye gidiyorsunuz’ demedi. Aynı zamanda iki lüks araç bizim bulunduğumuz otobüsü takip ediyorlar ve sürekli telefonla konuşuyorlardı. Biz bunu komutana söylediğimizde komutan ‘zaten terör saldırısı var, dikkatli olun sağa sola iyi bakın’ diyor.’ Osmangazi köprüsüne gişeye geldiklerinde de komutanın üzerinde para olmadığı için çocuklar kendi aralarında topladıkları para ile gişede köprü ücretini ödüyorlar ve köprüye giriş yapıyorlar. Köprüden geçtikten sonra Sultanbeyli’de çocukların bulunduğu otobüs halk tarafından durduruluyor. Halk darbe oluyor dediğinde çocuklarımız çok şaşırıyor. Nasıl yani diye. O şaşkınlıkla ne darbesi falan diyorlar. Sonrasında çocuklara su, sigara ikram ediyorlar ve askeri öğrencilerle birlikte halk orada İstiklal Marşı okuyor ve tekrar ‘en büyük asker bizim asker’ tezahüratları ile geri otobüse bindiriyorlar. O sırada orada bulunan iki polis halka ‘Tamam, bu çocuklar bizde’ deyip ‘dağılabilirsiniz’ diyorlar. Aynı zamanda ‘Bu çocuklar biz ne desek onu yapıyor, bunlar darbeci değil’ diyorlar. Gece saat 2.5-3 civarlarında bu olay olurken çocukları teslim alan polisler onları karakola veya okulları Hava Harp Okulu’na götürmek yerine sabah 8’e kadar köprüde bekletiyorlar.
Sabahleyin otobüslerle değişik giyimli, ellerinde sopa, silah, cop, bıçak, şiş gibi bir sürü kesici ve öldürücü aletlerle bir sürü insan köprüye geliyor ve çocuklara saldırıyorlar. Önce otobüsün camlarını kıran bu insanlar, sonrasında otobüsün üstüne çıkıp tepinmeye başlıyorlar. Aralarında ‘otobüsün benzin deposuna ateş atın’ ve ‘bunları öldürün’ diye bağıranlar oluyor. Çocuklarda dehşetten ve saldıranların azgınlığından dolayı onları daha fazla galeyana getirmemek için kendi silahlarını koltuklarının altına saklıyorlar. Oğlum diyor ki, ‘Anne buradan sağ çıkamayacağımızı anladık, kalktık ve birbirimize sarıldık ve helalleştik.’ Daha sonra çocuklar orada azgın grup tarafından öldürülmüyorlar.
Sonrasında çocuklar Sultanbeyli’deki karakola götürüyorlar. Orada 4 gün tutuluyorlar. Diğer bölgelerdeki askeri öğrenciler de öyle. 9 otobüs halinde kamptan ayrılan askeri öğrencililerle birlikte, bir helikopterle de 37 öğrenci DigiTurk binasına götürülüyor. Kampta 700 öğrenci vardı. Ama 350 öğrenci darbeye götürüldü. Çünkü bir gün önce alay komutanı Hüseyin Ergezen bir otobüs firmasını arayarak otobüs firmasından otobüs kiralıyor. ‘Yarın saat 10’da otobüsler kampta hazır olsun, çocukları geziye götüreceğiz’ diyor. Otobüs firması durumu anladıktan sonra medyadaki haberlerden ve Cumhurbaşkanının açıklamalarından sonra durumu fark etmesiyle birlikte ilk giden otobüslerden sonra geri kalanını göndermiyor. Böylece 700 öğrenciye yeterli otobüs olmadığı için 350 öğrenciye yeten 9 otobüs gelmiş oluyor. Ve 350 öğrenci otobüse bindirilip götürülüyor. Diğerleri de sabah 6’ya kadar kampın içinde bekliyor ‘otobüs gelecek biz de gideceğiz’ diye. Hatta şöyle düşünüyorlar ‘Gidenler kurtuldu, biz burada kaldık, biz öleceğiz artık.’ Geride kalan çocuklar kampta 15 gün kaldılar. Sonunda ifadeleri alınarak evlerine gittiler. Ama bu öğrenciler de TSK’dan atılmaktan kurtulamadılar.
Bizim çocuklar 5,5 yıldır hala cezaevindeler. Tekrar geriye dönersek, çocuklarımıza 4 gün boyunca karakolda işkence yapıyorlar. Yanlarına köpek bağlıyorlar, ekmek ve su vermiyorlar. Tuvalete gitmek istediklerinde çocukların sırtlarına, omuzlarına vura vura ve kafalarını duvara vurarak götürüyorlar. Yapmayın dendiğinde ‘siz hainsiniz’ diye bağırıyorlar. 40 kişilik nezarethanelere 120 kişi dolduruyorlar. Ve 4. Günün sonunda çocukları mahkemeye çıkarıyorlar.
Abidin Ünal ve çocukları köprüye götüren komutanlar ne yapıyor?
Abidin Ünal emekli oldu, herhangi bir tutuklama olmadı. Yurt dışında olduğunu duydum. Çocukları otobüste köprüye götüren komutanlar da hapiste, onlar da müebbet aldı. Ancak Kara Kuvvetlerinde aynı rütbelerden tutuklu ve müebbet alan tüm generaller bir anda serbest bırakıldılar. Aynısı burada bizim çocukları tuzağa çeken komuta kademesi için olur mu bilmem ama çocuklarımız için aynı şeyin olması biraz zor duruyor bu sistemde. Bunu detaylı anlatacağım size niye böyle düşündüğümü.
O zaman şunu sormak istiyorum, çocuğunuzun davasının hukuki boyutunu ve nasıl gelişmeler olduğunu detayları ile anlatabilir misiniz?
Tabii ki. 4 gün işkence ve ağır şartlar altında karakolda tutulmalarından sonra Çağlayan adliyesinde mahkemeye çıkarıldılar. Davya ilk bakan hâkim, çocukları dinledikten sonra bu çocuklar askeri öğrenci diye tahliyelerine karar veriyor. Ama bu kararı hemen her kim duyduysa ani bir kararla bu kararı veren hâkimi görevden uzaklaştırıyorlar ve aynı mahkeme tekrar aynı gün içinde başka bir hâkim atamasıyla tekrar yapılarak tutuklanmalarına karar veriliyor. Askeri öğrenciler mahkemede yukarıda anlatılan ve yaşadıkları her şeyi hâkime anlatıyorlar ve ‘Bize ne dendiyse onu yaptık’ ve ‘Bize terör saldırısı var dendi ve sadece onun için yerimizi değiştirmek üzere hareket etmiştik, darbeden hiçbir şekilde haberimiz olmadı. Aynı zamanda biz halka silah doğrultmadık, ateş etmedik, onlarla birlikte İstiklal Marşı okuduk’ demesine rağmen çocukların tutuklanması için atanan hâkim hiçbir şeyi önemsemeyerek çocukların tutukluluğuna karar veriyor.
Mahkeme sonrası çocuklar Silivri cezaevine götürülüyorlar. Silivri cezaevinde bir hafta boyunca işkence yapıyorlar. Hatta geçenlerde KHK ile atılmış bir infaz koruma memuru ile tanıştım. Bu memur bana ‘abla ben 15 Temmuz olayları olduğu sırada Silivri’de görevliydim ve askeri öğrenciler Silivri’ye geldiklerinde telefonla arandık ve bu öğrencileri dövün diye talimat aldık’ dedi ve devamında ‘ama abla ben kimseyi dövmedim’ dedi. Tabii ben buna inanmıyorum. Bu çocuklar emri uygulamak için yola çıkmışlardı, otobüse bin deyince binen, in deyince inen çocukların emri uygulamak için bunları yaptıklarını idrak edemeyenler çocuklarımızı dövüyor. Bir hafta süren işkenceler sonrası bazı şeyler anlaşılıyor ama iş işten geçmiş oluyor.
Bir iki ay sonra devlet 9 savcı görevlendirdi çocukların ifadeleri tekrar alınması için ve bu savcılar oğlumun içinde olduğu askeri öğrencilerle görüştüler. Görüşmelerin sonunda savcılar ‘sizler askeri öğrencilersiniz, darbe girişimiyle bir ilişkiniz olamaz, hafta sonuna kadar serbest kalırsınız’ diyor. Çocuklar çok seviniyor buna. Bu görüşme olduğunda Çarşamba’ydı. Perşembe günü de görüşmeye gitmiştik. Bu görüşmeyi öğrenince orada hafta sonuna kadar çocuklarımız tahliye olacak diye bekledik. Maalesef bu tahliyeler olmadı. Çocuklarla görüşen savcılarda ya sürüldü ya da görevden alındı. Çocukların suçunun olmadığını ve serbest bırakılması gerektiğini söyleyen hâkim gibi bunlar da sürülmüş ve görevden alınmıştı.
Yaklaşık bir yıl sonra çocukların iddianameleri hazırlandı. Anayasayı yıkmaktan üç müebbet istendi. Benim oğlum Sultanbeyli dosyasında bulunmakta. Tutuklu olan askeri öğrencileri toplam 5 dosyada ayırdılar ve farklı dosyalarda yargılanıyorlar. Bu dosyaların isimleri Sultanbeyli dosyası, TRT/Digiturk dosyası, Orhanlı dosyası, Boğaz Köprüsü dosyası ve FSM Köprüsü dosyası. 37 öğrencinin olduğu TRT/Digiturk dosyası Yargıtay tarafından bozuldu ve yargılanma yeniden yapıldı. Ama yeniden yapılan bu mahkemede tekrar müebbet verildi. Çocukları tekrar yargılayan bu mahkeme normalde Yargıtay’ın bir alt mahkemesi olmasına rağmen ve Yargıtay’ın bu aldığınız karar yanlış demesine rağmen bu kararı tekrar verdi. Benim çocuğumun olduğu Sultanbeyli dosyası da şu an Yargıtay’da incelemede ve muhtemelen bir iki aya kadar bozulacak ama TRT/Digiturk dosyasında olduğu gibi mahkemelerin bu kararı takmayacağını ve çocukların tutukluluklarının devam edeceğini düşünüyorum. İnşallah ben yanılırım ve bütün çocuklarımız tahliye olurlar ama mevcut hükümetin uygulamaları ışığında bunu söyleyebilmek çok mümkün görünmüyor.
Bazı askeri öğrenciler uluslararası yargı mercilerine başvuru yapıp, hukuki olarak davalarına çözüm yolları aradılar. Sizlerin bu noktada böyle bir girişimi oldu mu?
Evet oldu. Biz de oğlum için Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi Keyfi Tutukluluk Çalışma Grubu’na onun dosyasının incelenip karara bağlanması gerekçesiyle başvurduk. Dosya incelendi ve karar verildi. Kararda oğlum Taha Furkan Çetinkaya’nın acilen serbest bırakılması karar verildi. Ama sizlerin de malumu Türkiye hukuk sistemi şu anda ne Avrupa İnsan Hakları mahkemesini ne de Birleşmiş Milletlerin hiçbirini tanımıyor. Bu nedenle bu kararın hiçbir faydası olmadı oğlumun davasında.
Çocuğunuzla ilgili bu karar Birleşmiş Milletler tarafından ne zaman alındı?
Benim oğlumun bu kararı verileli 1-1,5 sene oldu.
Devlet yetkililerinden ulaştığınız birileri oldu mu? Bu konu hakkında devlet yetkilileri tavrı nasıl?
600 milletvekilinden yaklaşık 550 tanesi ile görüştük. Görüşemediğimiz milletvekilleri de Erdoğan’ın partisi AKP’den. Hepsi çocuklarımızın masum olduğunu, bu davanın bir siyasi dava olduğunu ve siyasi rüzgârın değiştiğinde çocuklarımızın çıkacağını söylediler. Görüştüğümüz tüm milletvekilleri aynı şeyi söyledi. Ama geldiğimiz süreçte çocuklarımız 5,5 yıldır içerde.
Parti başkanları ile görüştükleriniz oldu mu?
Saadet Partisi başkanı Temel Karamollaoğlu ile ben bizzat görüştüm, Milliyetçi Hareket Partisi başkanı Devlet Bahçeli ile de görüştüm.
Devlet Bahçeli Erdoğan’ın ittifakında yer alıyor. Bu konuda kendisi ne dedi?
‘Gereken yapılacaktır’ dedi. ‘Dosyalar bakılsın, incelensin’ dedi ama samimi değildi.
Meral Akşener, Kemal Kılıçdaroğlu ile görüşebildiniz mi?
Kemal Kılıçdaroğlu ile de birebir görüştüm. O da aynı şeyi söyledi. ‘Askeri öğrenciler masumdur’ dedi. ‘Bu çocuklar tahliye edilmeli’ dedi. Meral Akşener ile birebir görüşmedim ama milletvekilleri ile görüştüm. Akşener’in partisinden özellikle Erhan Usta çok destek oldu bu konuda bize. Bu arada Muharrem İnce ile de görüştüm. Kendisi bana ‘seçim olsun, başa gelelim, 15 gün sonra askeri öğrencileri tahliye edeceğini’ söylemişti.
Aynı zamanda bizlere çok yardımcı olanlar olarak CHP’den Sezgin Tanrıkulu, Cihangir İslam ve Gaye Usluer (sonrasında Memleket Partisine geçti), Saadet partisinden Abdulkadir Karaduman, MHP’den Bahri Şimşek, HDP’den Ömer Gergerlioğlu, Hüda Kaya, Ahmet Şık (sonrasında Türkiye İşçi Partisine geçti) gibi aklıma gelenleri söyleyebilirim sizlere ama vekillerin hepsi çocuklarımızın masum olduğunu söylüyor. Hatta ‘biz de askerlik yaptık, 19 yaşındaki bir çocuktan darbeci olmaz, bu bir siyasi dava’ diye hepsi de söylüyor.
Hatta ben eski Barolar Birliği Metin Feyzioğlu ile de görüşmüştüm. Adliyede karşılaştık. Feyzioğlu’na o zaman ben ‘4 yıl oldu, çocuklarımız hala hapiste’ deyince bana ‘Melek Hanım çok sesinizi çıkarıyorsunuz, sesiniz kısın, Cumhurbaşkanı ile görüşün’ dedi. ‘Cumhurbaşkanından biz randevu alamıyoruz’ deyince ‘Tamam, sizin adınıza ben görüşeyim’ demişti. Ama bana herhangi bir dönüş yapmadı. Dönemin Barolar Birliği başkanı Metin Feyzioğlu bile Cumhurbaşkanı ile görüşün diyor bu adalet sistemi içerisinde. Davaların birinde Cumhurbaşkanının çocukların mahkemesine gönderdiği şahsi avukatı ile de görüştüm. Bana ‘Melek Hanım, yargı bağımsızdır, Cumhurbaşkanı yargıya karışmaz’ diyor, ama karar duruşmasına Cumhurbaşkanının bizzat avukatını gönderiyor. Yine oğlumun olduğu Sultanbeyli dosyası davasında Cumhurbaşkanı avukatı hâkime dilekçe verdi gözümüzün önünde, bunun üzerine hâkim dilekçeyi sesli okuyup, ‘Cumhurbaşkanı çocuklardan şikâyetçi’ dedi ve ‘ceza almalarını istiyor’ dedi. Daha nasıl yargı bağımsız oluyor ben anlamıyorum.
Cumhurbaşkanının avukatı oraya davalara hangi vasıfla katılıyor?
Yani aslında bizden de karşıdan da herhangi bir avukat gelebilir ve davayı takip edebilirler.
Çocuklar neyin karşısında yargılanıyorlar? Devlete karşı mı? Erdoğan’a karşı mı? Yani karşıda kim var?
Anayasal düzeni yıkmaya teşebbüsten yargılandıkları için, devlet başkanı da Erdoğan olduğu için, Erdoğan’ın avukatı mahkemeye müşteki sıfatıyla katılıyor. Yani çocuklardan şikâyetçi olarak katılıyor. Aynı zamanda 13 yaşında çocuklarımızı emanet ettiğimiz TSK’da davaya şikâyetçi olarak katılıyor. Burası çok komik. Çocukları köprüye götürüp bırakan TSK ama çocuklardan şikâyetçi olan da yine TSK.
Davalara katılan Cumhurbaşkanı avukatı aslında hakimlere talimatı getiriyor, yargıçlar da ceza veriyor çocukların bütün masumiyetinin ortada olmasına rağmen.
Sizler sosyal medya hesaplarınızda Diyanet’e çok atıf yapıyor, hesaplarını yapıyorsunuz ve yaşanan bu hukuksuzluklara söyleyeceğiniz bir şey yok mu sorusu soruyorsunuz? Bunun sebebi nedir? Diyanet Başkanı ile hiç görüşebildiniz mi?
Cevap: Hayır görüşmedim ama Diyanet İşleri Başkanı Erdoğan’la her yerde, her açılışa gidiyor. Aynı zamanda her şey için fetva veriyorlar. İçki için, Müslüman bir bayan kimle evlenebilir diye açıklama yapıyor, gibi her toplumu ilgilendiren konuda açıklama yapıyorlar. Ben de diyorum ki o zaman, Diyanet hırsızlık yapan, yolsuzluk yapan, adaletsiz her yerde başını almış ve devlet güdümlü bu oluyorsa bunun hakkında da açık yüreklilikle bir fetva veya açıklama yapmalısın. Tabii bunu yapamıyorlar Cumhurbaşkanından korktukları için. Ben de o zaman diyorum, ‘Siz kimden korkuyorsunuz? Allah’tan mı değil mi?’ Görüyorum ki böyle durmuyor bu mesele.
341 civarında askeri öğrenci tutuklu olduğu belirtiliyor ama diğer ailelerin sizin gibi kampanyalar yaptıklarını veya en azından destek olduklarını çok görmüyoruz, acaba korkuyorlar mı, bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Maddiyat, imkân ve ailelerin sosyal imkanları bunda etken oluyor. Ben her sokağa çıktığımda bana 350 TL para cezası kesiliyor. Ve sesi çıkan hapse atılıyor. İnsanlar bunu göz önüne alamıyorlar. Hapse atılmaktan korkuyor insanlar Türkiye’de. Bazıları ben konuşursam çocuğuma daha fazla zarar verirler endişesi var. Ondan sokağa çıkamıyor. Bazıların babası veya abisi/ablası memur olduğu için ve Erdoğan’ın yönetiminde insanlar çok rahat işten atıldıkları için de çok rahat sesini çıkaramıyor.
390 TL her sokağa çıktığınızda ceza olarak kesiyorlar mı? Bir de her sokakta polis mi var? Nereden hemen duyup geliyorlar?
Tabii her çıktığımda ceza yazıyorlar. Polis, polis olmasa siviller Ankara Kızılay’ın her tarafında bulunuyorlar. Siviller hemen polisi arayıp çağırıyorlar ve gelip işlem yapıyorlar. Sadece cezayla da kalmıyorlar, gözaltı yapıp karakola götürüp birkaç saat orada tutuyorlar. Bu zamanlar değişiyor. Hatta birinde 2 gün TEM’de kaldım.
Sokağa izinsiz çıkan herkese bu para cezasını veriyorlar mı?
İzinsiz gösteri ve eylem yapma kanunundan dolayı bu cezayı veriyorlar ama Anayasa’da da her vatandaşın izin almaksızın barışçıl eylem yapma hakkı var elinde taş, sopa ve silah olmadan. Biz de bu maddeyi gösteriyoruz. Ben de yazılan birkaç cezayı bu maddeyi gösterip, itiraz ettim ve bazı cezalar iptal edildi. Ama süresini geçirdiğim cezalar da var. Bundan dolayı borçlu gözüküyorum.
Bu arada siz soruda 341 dediniz ama şunu eklemek isterim, 3 çocuğumuz toprak altında ve bu 341 öğrencinin 3’üde bayan askeri öğrenciler. Bunları da burada belirtmek isterim.
Tabii buyurun,
Murat Tekin ve Ragıp Enes Katran 15 Temmuz kanlı darbe girişimi olduğu sırada Boğaz Köprüsünde linç edilerek vahşice öldürüldüler. Ve bu çocukları aileleri araya araya 12 gün sonra morgda buldular. Çocuklar tanınmaz haldeydiler. Aileleri çocukları tırnaklarından tanıdılar. Çocuklara cenaze aracı verilmedi, tabut verilmedi, salaları okutulmadı, cenaze namazları kılınmadı, cenaze merasimi yaptırılmadı ve çocukları sessiz sedasız defnetmeleri söylendi. Hatta defnetmek için toprak bile vermiyorlardı ama Allah’tan aileler önceden aile kabristanlığı almışlar, yani parası önceden ödenmiş ve oralara bu çocukları defnedilebildiler. Yusuf Kurt da daha sonrasında vefat etti. Çünkü 9 ay cezaevinde kaldı. Aşırı stres ve baskıdan kansere yakalandı. Ve o kansere yenik düştü. İşte bir yıl önce Yusuf da yaşadığı acıların yüküyle vefat etti.
Bir de 3 kız öğrenci yine aynı nedenlerden hapisteler. Onlar da Bakırköy Kadın kapalı cezaevindeler. Bunların isimleri Nimet Ecem Gönüllü, Nagihan Yavuz ve Sena Öğüt Alan. Bu kızlar da tutuklandığında 20 yaşındaydılar. Nagihan gecen hafta babasını kaybetti ama babasının cenazesine katılamadı. Nimet Ecem ise babası kendisi 3 yaşındayken TSK’da üst teğmen olarak görev yaparken şehit olmuş bir şehit kızı. Şehit kızı olmasına rağmen bu kız da müebbet ceza aldı. Diğerinin babası da TSK’dan emekli olan bir subay. Buna rağmen subayın kızına da ‘hain’, ‘terörist’ diyerek müebbet ceza verdiler.
Sizler de birçok kez yaptığınız mitingler ve kampanyalar sonrası tutuklandınız. Bir sürü sıkıntıyla karşılaştınız. Tek kalmanıza rağmen vazgeçmediniz. Bu konuda ne söylemek istersiniz?
Ben çocuklarımın her zaman yanındayım. İlk zamanlarda sokağa çıkmadım. Yine hani ‘devletin işi de kolay değil, adaleti sağlarlar’ diye düşündüm. 3,5 yıl evde oturdum bekledim ve adaletin gelmeyeceğini gördüğüm için sokağa çıktım. İlla da yanıma birini beklemedim. Hala da beklemiyorum. İsteyen çıkar, isteyen çıkmaz, bu herkesin bileceği bir şey. Hani kimisi bu şekilde mücadele eder, kimisi dua ederek mücadele eder inancı gereği. O şekilde.
Sizler sokakta röportaj yaparken normal halkta size tepkisiz kalıyor gözüküyor. İnsanlar neden size destek olmadıkları hakkında ne düşünüyorsunuz?
İnsanlar korkuyor. Birkaç kez polis müdahale ettiğinde bizi polisin kalkanından koruyanlar oldu. Bir defasında bir genç bize yardım etmek istediğinde, polis onu kenara çekip ‘bunların kim olduğunu biliyor musunuz?’ diye sordu ve ‘onlar terörist’ dedi. Durum böyle olunca ve her yer de polis bulunduğu için halk çekiniyor diye düşünüyorum.
Uluslararası medya kuruluşları sizlerle hiç irtibata geçti mi?
Evet hatta evime gelip röportaj yaptıklarım oldu. Ama hiç birisi yaptıkları röportajları daha yayınlamadı. Soruyorum ama net cevap vermiyorlar.
Hangi medya kuruluşları bunlar,
BBC Türkçe, Washington Post ve Japonya’dan bir medya. BBC Türkçe ile 2 yıl önce yapmıştık röportajı ve hatta evime geldiler çok ciddi evde set oluşturdular ışıkları ve tüm ekipmanları ile ama sonrasında bu röportajı yayınlamadılar.
Çekiniyorlar mı, sizce? Neden bunun böyle olduğunu düşünüyorsunuz?
BBC Türkçe editöryal bir sorun var deyip yayınlamadılar, onca yapılan çekimlere rağmen. Diğerlerinden ise bir cevap gelmedi henüz. Washington Post’la da röportaj yapalı 6 ay oldu ama onlarda yayınlamadı.
Tutuklu askeri öğrencilerin davasının yakın gelecekte hem hukuki olarak hem süreç olarak nasıl gelişeceğini düşünüyorsunuz?
Artık bu hükümetten ve adaletinden hiçbir beklentim yok. Umarım en kısa zamanda seçim olur. Hükümet değişir. Umarım yeni bir hükümetle hakkı ve hukuku ön planda tutan ve adaleti gerçek teslim edecek insanlar doğru kararı verir diye ümit ediyorum. Yani şu anki hükümetten bir adalet beklentim yok.
Melek hanım tekrar tüm sorulara açık yüreklilikle cevap verdiğiniz için teşekkür ederim. Ümit ediyorum en kısa zamanda tüm askeri öğrenciler serbest bırakılır ve siz de oğlunuza kavuşursunuz.